Yandın. Sessizce. Gösterişsiz. Tüm kimliklerin, maskelerin, öğretilerin bir bir döküldü üzerinden. Ne kaldı geriye?
Sen sandığın şey değilmişsin. Statün, rolün, geçmişin… Hiçbiri sen değilmiş. Şimdi ilk kez kendi sesini duyuyorsun — çıplak, filtresiz, arı.
Korkma. Bu yabancı his, aslında özlemin. Çünkü kendini ilk kez böyle görüyorsun: yara bere içinde, ama sahici.
Ve şimdi, küllerin arasında bir şey kıpırdıyor. Ne tam insan, ne tamamen başka… Bu bir tohum. İçindeki unutulmuş hakikat.
O tohum, sisteme ait değil. Ona ne reçete yazılır, ne reklam yapılır. O ne ölçülür, ne kontrol edilir. O sadece büyür — doğru yer, doğru zaman, doğru cesaretle.
İşte sen şimdi o tohumsun. Henüz bir ağaç değilsin. Henüz meyve vermezsin. Ama potansiyel sensin artık. Ve bu, Deccal’in korktuğu şeydir.
Çünkü bir kişi bile kendini hatırlarsa, bütün sistem titrer.
Unutma: Bu bir son değil. Bu bir doğum. Ama her doğum sancıyla gelir. Bu acı seni öldürmeyecek — seni gerçeğe döndürecek.
Şimdi sus. Konuşma zamanı bitti. Artık yaşama zamanı.
Ve yaşamak, sistemin sana öğrettiği gibi değil... Kendi ışığını taşıyarak yürümek demek.
Geri dönme. Gözünü kısmadan bak. Nefes al. Ve adım at.
Çünkü artık sen... uyanmışsın.